Nasıl oluyor da olimpiyat kafilemizden birden fazla madalya çıkmıyor? Bunun birçok sebebi var. Temel sebeplerle ilgili bir iki noktaya değinmek istiyorum.
Öncelikle sistemimizle ilgili problemlere değinelim. Olimpiyatlarda her zaman madalya sıralamasının en üstünde olan Amerika Birleşik Devletleri ile bizim sistemimizi karşılaştıralım. Türkiye‘de, bir çocuğun spora yönlendirilmesi için ya ailesinin teşviki olması gerekiyor ya da 15-16 yaşına kadar bekleyip, bir beden eğitimi hocasının onu keşfetmesi gerekiyor. Amerika’da ise çocuklar henüz ilkokuldayken, fiziksel özelliklerine ve bireysel becerilerine göre belli sporlara yönlendiriliyorlar. Hangisini daha çok seviyorsa ya da hangi sporda daha başarılıysa, liseye geçerken önüne belli bir hedef konuluyor ve ona göre yönlendiriliyor. İşi okuldan başlatıyor Amerika. Bizde anca aileler bir kulübün seçmelerine götürecek de torpilli çocuklardan biri olacak da … Falan filan…
Liseye geldiklerinde belli bir spora yönlendirilmiş olan Amerikalı çocuklar, daha lise seviyesinde üst düzeyde rekabete başlıyorlar. Yaşıtları arasında kendini gösteren genç sporcuların, daha iyi üniversitelerden burs alma şansları artıyor çünkü. Jason Kidd, LeBron James gibi NBA yıldızları, henüz lise birinci sınıftayken, farklı üniversitelerden, burs teklifleri almaya başladı mesela. Kobe Bryant, Kevin Garnett, LeBron James gibileri direk liseden NBA’e sıçrama başarısı da gösterebiliyor. Bunun bir sporcuyu ne kadar motive edeceğini tahmin etmek güç değil. Ancak bunlar ekstrem örnekler. Zaten çok çok yetenekli olan ve ilerde büyük NBA yıldızları olacakları, o zamandan belli olan isimler. Ancak Ben Wallace gibi çok parlak olmayan ama basketbol oynamaya hevesli insanlar bile burs alabiliyorlar. Belki North Carolina gibi çok ünlü bir üniversiteden değil ama basketbol takımında olacağı için burs alabiliyor bu adamlar. Spora teşvikte son nokta bence.
Lise ve üniversite müsabakaları da çok prestijli Amerika’da. Sporcuların katıldıkları turnuvalar, basketbol, atletizm, yüzme, baseball, Amerikan futbolu… her ne turnuvası olursa olsun, dolu tribünler önünde oynanan ve ulusal kanallardan yayınlanan organizasyonlar. Yani o zamandan baskı altında oynamaya, seyircinin olduğu maçların atmosferine alışıyorlar. Türkiye’de üniversite ligi var mı yok mu belli değil. Lise turnuvaları oynanıyor da kim kazanıyor, hangi sporcu sivrildi, kimsenin haberi olmuyor. Dolayısıyla sporcuyu fark edene kadar iş işten geçebiliyor.
En önemli fark ise okul ile spor arasında bir seçim yapma zorunluluğu. Ülkemizde spor yapan gençler, sınav senesi ya da sınav dönemlerinde antrenmanlarından kısıp, ders çalışmaya zorlanıyor. Amerika’da ise ”Sen yeter ki branşında gelişme kaydetmeye devam et, biz sana derslerde kolaylık sağlayacağız” deniliyor, bu durumda kafayı tamamen spora verebiliyorlar. Bizim ülkemizde geleceğini az çok garantiye almak için sporu bir kenara bırakan yetenekli sporcu sayısı hayli yüksek.
YETENEK VE KARAKTER GELİŞİMİ
Dünyada yetenek gelişim modelleri çoktan değişti. Yetenek geliştirme modeli, karakter gelişimi modeline dönüştürüldü.
Karakter gelişimi, karar verme süreçlerinin adımlarına bağlı:
1- Durumu algıla
2- Sana göre en yararlı ve doğru olanı seç
3- Eyleme geç ve disiplinli şekilde eylemi sürdür.
Bu yüzyılın ortalarına kadar karakter eğitimi genellikle ikinci adım üzerinde yoğunlaştı.
İnsanların bilinç ve bilgi düzeylerini ne kadar arttırırsanız, insanlar o kadar doğru karar verir diye düşünüldü ama görüldü ki bilgilenmek ve bilinçlenmek ile davranış değişikliği arasındaki ilişki çok düşük. (Sigaranın zararlarını bilen bir kişinin sigara içmeye devam etmesi gibi.)
Daha sonraki yıllarda üçüncü adım üzerinde duruldu. Karakteri zayıf olanların iradesinin ve oto-kontrolünün zayıf olduğu zannediliyordu. Ama görüldü ki irade kişisel olduğu kadar durumsal da. Kişiler farklı durumlarda farklı iradeler gösterebiliyor.
Sonunda anlaşıldı ki en önemli adım birinci adım.
Sağlam karakterli kişilerin var olan durumu algılama şekilleri çok farklı. Daha en başta bu insanlar algılarında farklılık gösteriyor bu da ikinci ve üçünçü adımı şekillendiriyor.
Örneğin, öğretmeni saygı duyulan bir kişi olarak algılayan çocuk, çalışma kararı veriyor ve disiplinli olarak çalışıp başarıya ulaşıyor.
Bu model yetenek geliştirme modeline uygulanmaya başlayınca, başarılar da gelmeye başladı. Peki biz bu modeli yetenek geliştirmede ne kadar uyguluyoruz
BİRİNCİ ADIMDA KAYBEDİYORUZ
Dünyanın en iyi golfçülerinden Tiger Woods, geçen yıllarda katıldığı bir turnuvada 13. oldu. Bu da gösteriyor ki ilk 13’e giren sporcular, beceri açısından Tiger Woods kadar iyi aslında.
Becerilerin benzer olduğu bu durumlarda, birinciyi ne belirliyor?
Müsabaka sırasında ve öncesinde durumu algılama şekli.
Durumu yüksek stres ortamı olarak algılayanlar; korkularını, kuşkularını, baskıları ve beklentileri yönetemiyor. Ama doğal ortam olarak algılayanlar bu stresi yönetebiliyor.
Peki kimler müsabakaları doğal algılayıp, müsabaka stresi altında ezilmiyor?
Gelişim kültürü içinde, doğru zihinsel algılama ile hazırlananlar.
BİZDEKİ DURUM ise sporcuların algılarını ve zihinsel süreçlerini güçlendirecek çok sayıda spor psikologlarına ihtiyacımız var.
Fiziksel hazırlık kadar, zihinsel hazırlık da önemli.
Aşağı yukarı tüm olimpiyat şampiyonları zihinsel olarak müsabakalara hazırlanmak için spor psikologları ile çalışıyor.
Yani bana göre daha en baştan sporcuları doğru algı ve doğru zihinsel süreçlerde yetiştirmiyoruz.
Diğer sebeplere bakalım: Türkiye’de spor kariyerini bir öğrenci kendisi için ne kadar yararlı görüyor?
Çok az.
Peki pratikte ne kadar iyiyiz?
İşte Burada da büyük eksiklik var. Bir olimpiyat oyuncusunun en az 7000 saat pratik yapması gerekiyor. Şampiyonlar 10.000 saatin üstünde pratik yapıyor.
Bizim oyuncularımız ne kadar pratik yapıyor?
Eminin bizim oyuncularımız da çok pratik yapıyor ama belli ki şampiyon olacak kadar değil.
Bunun da sebebi okul ve eğitim sistemi.
Örneğin, tenise başlayan 8 yaşındaki bir öğrenci haftada sadece 6-8 saat pratik yapabilir. Çünkü okulu ve dershanesi var. Bu da yılda 312 ile 416 saat yapar. Ama olimpiyata hazırlanan bir öğrenci yılda en az 1000 saat pratik yapmalı ki ortalama 7 yıl sonra hazır hale gelsin. Yani anlayacağınız bu eğitim sisteminde şampiyon yetiştirmek neredeyse mümkün değil.
Birçok spor yazarının ve uzmanın her 4 yılda bir olimpiyatların ardından sözettikleri nedenlerin hepsine katılıyorum. “Yanlış spor politikası” deniyor doğrudur. “Sporcuya ve tesise yatırım yapılmıyor” deniyor, doğrudur. “Spor okullardan başlatılmalı” deniyor, doğrudur ve bu gerekçelerin tamamına katılıyorum.
Ama ana sebep aslında bunlardan hiçbiri değil.
Bana göre konuya temelinden yaklaşmak en doğrusu. Sporda başarı için temel toplumdur ve onun en küçük birimi ailedir. Henüz ailesinin ve çevresinin yönlendirmesine maruz kalmamış yetenekli çocuklardır. O çocukların çevresine baktığında göreceği ve örnek alacağı kişilerdir.
Herhangi bir branş için, madalyalar kazanma ihtimali yüksek genetik avantajlara doğuştan sahip olan, ama henüz çevresinin yönlendirmesine maruz kalmamış küçük bir Türk çocuğunu ele alalım ve onun gözünden en yakınındaki kişilere göz atalım:
Nasıl bir anne var karşısında? Boş vakitlerini günlerde, alışverişlerde geçiren, mantı ve hamur işinde ustalığıyla övünen, güzel olmayı ise sadece kuaför ve kozmetik olarak gören bir kadın.
Nasıl bir baba var karşısında? Göbeği bir metre ileriden giden, bir de işi şakaya vurup “Türk kası bu Türk kası” diye karnını kaşıyıp gülen bir adam.
Ebeveynlerin, sporu “Yazdan önce kilo vermek amacıyla katlanılan bir zulüm” olarak görmeyip, hayatlarının bir parçası ve alışkanlığı haline getirmeleri, vücut sağlığına ve estetiğine önem verip çocuklarına sağlıklı yaşam felsefesini küçük yaşlarda aşılamaları, ileride gelecek olimpiyat madalyalarının müjdecisidir.
Bu felsefeye göre yetiştirilmiş ve olimpiyatları izleyen bir çocuk, “evet benim fiziğim de şu branşa uygun, ben de bunu yapabilirim” özgüvenine sahip olur.
NE YAPILMALI?
En az 50 tane spor okulu açılmalı. Yetenek testleri ile çocuklar seçilmeli.
Burada çocuklar saat 12.00’ye kadar ders işlemeli ve öğleden sonra en az 4 saat saat antrenman yapmalı. Bu da yılda en az 1040 saat pratik demek.
Bu çocukların masrafları karşılanmalı ve bu okullarda gelişim kültürü yaratılarak çok iyi bir zihinsel hazırlık sürecine dahil edilmeli.
Başka türlü olimpiyat başarısı beklemek ütopya olur. Nasıl hükümet 2023 için ekonomik hedefler koyduysa, olimpiyatlar için de hedef koymalı.
Önerimiz şudur ki bu sistemi bir an önce tasarlayıp eğitim sistemimize kazandırmaktır… Başarı asla şansa bırakılacak kadar ucuz ve zahmetsiz değildir.